EMİR EFE...

EMİR EFE...


Dünyanın tarifi en imkansız duygularından biri belki de...Senden bir parçanın, bir canlının varlığını bilmek... Ona dokunmak, onu hissetmek ve onunla yaşamak...

"Cennetten bir koku" der büyükler evlat kokusu için, ipeksi bir ten, minicik eller, zor açılan gözler vs. vs...

Doktorumuz, Betül'e, "Sende doğuracak göz yok, daha doğuma 2-3 hafta var" deyince, kısa vadeli bütün planları yeniden raflardan indirmiştik. Gezmeler, ziyaretler günleri kovalıyordu.

Türk Hava Yolları'nın Avrupa Futbol Şampiyonası Finalleri'ne sponsor olması dolayısıyla günübirlik Paris gezisi için aldığım davete de bu saikle onay vermiştim. Ama ne yalan söyleyeyim aklım hep eşimdeydi. Nasıl olmazdı ki? 9 aylık sabır sınavının son anlarına gelmiştik ve normal doğum için bilinen 41 haftalık süre dolmuştu. Her ne kadar doktorumuz doğuma vakit olduğunu söylese de yine de bir tedirginlik iliklerime işlemişti.

Paris'te yoğun ve yorucu geçen bir günün ardından gece Betül'le konuştuğumda hiçbir sancı, ağrı yoktu. Ertesi gün gündüz İstanbul'a dönüyordum. Uçak hareket etmeden önce yine konuştuk Betül'ün iyi olduğunu ablasıyla vakit geçirdiğini ve keyifli olduğunu duyunca aklım rahat bir şekilde yolculuğa başladım.

Yaklaşık 3,5 saat süren bir yolcuğun ardından herhangi bir rötar olmadan uçak Atatürk Havalimanı'na indi. İnişten kısa bir süre sonra elektronik cihazların kullanılabileceği anonsuyla birlikte hemen telefonumu açtım.

Telefonum şebekeyi bulduğu an gelen mesajla uçağın içinde zıplamam bir oldu:
"Doktordayım. Ne zaman gelebilirsin, bebeği alabilirlermiş."

Hemen Betül'ü aradım. Sesi iyi geliyordu ama tedirgindi. Doktorumuz oğlumuzun gününün geçtiğini ve normal doğumun bu aşamadan sonra riskli olacağını söylemiş. Gün içerisinde sezeryana alabileceğini, isterse ertesi günü bekleyebileceğini ama bu durumum da riski arttıracağını ifade etmiş.

Betül'e sakin olmasını doktorun talimatlarına uymasını söyledikten sonra benim için hayatım boyunca unutamayacağım koşuşturma, heyecan ve stres dakikaları başlamış oluyordu.

Uçağın körüğe yanaşması, kapıların açılması, kabin bagajımı alıp pasaport kontrolüne doğru koşmam hayatımın en uzun anları gibiydi belki de...

Her şeye kadir olan ve her şeyin hayırlısını verdiğine inandığım Yüce Allah'a önümden engelleri kaldırmasını ve yolumu açmasını niyaz ediyordum.

Uçağın rötar yapmaması ve uygun bir yer bularak kısa süre içerisinde yanaşması, bagaj vermemem önemliydi. Ama kafamda ciddi bir soruş işareti vardı. Uçak indiğinde saat 16.30'du ve günlerden Cuma'ydı. Bu da İstanbul'da hemen hemen tüm lokasyonlarda ciddi bir trafik yoğunluğu anlamına geliyordu.


Henüz havalimanından ayrılmıştım ki, yeni bir haber geldi. "Doktor acil doğuma almak istiyor. Seni bekleyeyim mi?"

Hayatımın en zorlu kararlarından birini vermem gerekiyordu. Eğer "Beni bekleyin" dersem, hem Betül'ün hem oğlumun hayatını riske atabilirdim. "Beni beklemeyin" dersem Betül bensiz doğuma girmiş olacak ki, onun psikolojisi açısından hiç kolay bir durum değil. Ama bir karar  vermem gerekti. Kısa mı uzun mu bilmem ama biraz düşündükten sonra ikinci şıkkı tercih ettim, onları Allah'a emanet ederek...


Trafik nedeniyle araç ilerleyemeyince hastaneye birkaç yüz metre kala, arabadan inip koşmaya başladım. O an yaktığım bir sigarayı hangi ara bitirip attım ya da telefonda kimlerle neler konuştuğumu çok net hatırlamıyorum.

Aralık ayının ayazına rağmen terden sırılsıklam hastanenin merdivenlerinden koşar adım çıkarken olumlu olumsuz bir çok düşünce insanın zihnini ister istemez kuşatıyor.

Saat 17.35'i gösterdiğinde yenidoğan ünitesinin önünde kızkardeşim ve annemi bir bebeğe bakıp ağlarken görüyordum. Gözleri açılmayan, ağlayan, bir örtüye sarılmış bir bebek. Hemşire aceleyle alıp içeri götürürken o bebeğin benim oğlum olduğunu, benden bir parça olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. Karmakarışık duygular; duygusallık, gurur, korku, sevinç, neşe, endişe akla gelebilecek onlarca farklı duygu...

Ve nihayetinde uzun bir maratonun ve stresli bir son günün ardından oğlumuz Emir Efe dünyaya gelmişti...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Özgecan Aslan cinayeti, idam cezası ve kısas...

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!

Lütfen çimlere basınız!