Lütfen çimlere basınız!



Eskiden ne çok yerde karşımıza çıkardı, "çimlere basmayınız" tabelaları. Günümüzdeki birçok şey gibi onlar da geçmişte kaldı.

Acaba o yazıyı yanlış mı anladık?! Çocukken o yazıyı görüp çimlerden, yeşil alanlardan uzak kalan nesiller büyüdükleri zaman yeşile karşı bir ön yargı mı beslediler?!

Şaka tarafı bir yana Türk insanının son yıllardaki "yeşil" alerjisi, dünyadaki çevre duyarsızlığıyla yarışır boyutta.

Örneğin binlerce yıllık kadim şehir, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, payitaht İstanbul'da günümüzde bırakın yeşil alan bulmayı, toprak gördüğünüz zaman bile kendinizi şanslı hissedebilirsiniz.

Kentleşme kavramını sadece ve sadece binalaşma olarak algılayıp üstü üste çirkin yapılar kurmak, taş yığınlarından ibaret, estetik kaygıdan uzak ortak mahal alanları inşa etmek günümüzün en ciddi buhranlarından biri olsa gerek.

Çok değil bundan 10 yıl önce mahallelerimiz vardı bizim. Tanıdığımız komşularımız, sokaklarında top koşturduğumuz, oyunlar oynadığımız, hatta veresiye alışveriş yapabildiğimiz bakkalımız olan mahallelerimiz.



Çok lüks evlerimiz yoktu belki, arabalarımız da yoktu yine aynı lükslükte ya da pahalı elbise, ayakkabı takıntılarımız...

Özgürdük ama. Ve mutlu...

Okula gitmediğimiz günlerde özgürce sokaklara çıkıp üstümüz başımız çimen ya da çamur lekesi olarak akşam eve dönebilme özgürlüğümüz vardı mesela.

Mesela, direkleri olmayan kalelere gol atıp, öbür mahallenin takımını yendiğimizde yaşadığımız mutluluklarımız vardı.

Kavga ederdik belki arka mahalleden biriyle, düşerdik bisikletimizden belki de toprak yola, hepimizin yarası vardı yüzünde, dizinde ya da kolunda.

Ağaçlarımız vardı mesela dallarına tırmanıp meyve koparabilmenin sosyal statü belirleme aracı olduğu...

Evet özgürdük ve mutluyduk.




Henüz binalar bu kadar yükselmemişti. Mahallelerdeki boş arazilere henüz yeni apartmanlar, yeni siteler yapılmamıştı. O yüzden rahatça dolaşabiliyorduk, rahatça oynayabiliyorduk, arkadaşlarımızla daha çok vakit geçirebiliyorduk!

Bırakın tabletleri ya da bilgisayarları, henüz televizyonlar bu kadar yaygınlaşmamıştı. O yüzden ailemizle daha sık konuşabiliyorduk. Bizi sosyalleştiren sanal dünyalar ya da sosyal medya hesaplarımız değildi henüz!

Akıllı ya da "akılsız" telefonlarımız da yoktu ellerimizde! Herkes odasına ya da odanın bir köşesine çekilmediği için sohbet edebiliyorduk üstelik!

Evet şimdi güzel evlerimiz var. Koca koca sitelerin bilmem kaçıncı katında ya da onlarca taş yığınının arasına sıkışmış bir apartman dairesinde. İçine hapsolduğumuz ve sadece yatmadan yatmaya kullandığımız.

Ama zamanımız yok şimdi mesela. Ne arkadaşlarımıza ne ailemize ne kendimize ayıracak!

Sabah ayrı bir telaş akşam ayrı bir koşturmaca, çok yoğunuz üstelik gün boyu.

Ellerinde tabletler ya da akıllı telefonlar odalarına hapsolmuş ya da evin bir köşesine sinmiş gençlerimiz ya da çocuklarımız var örneğin sosyalleşen!

Ya da ortaokul çağına giden ama yıllar var ki toprağa ayak basmayan, betonarme yapıların içine sıkışıp kalmış kayıp nesillerimiz!

Keşke o tabelaları koymasaydınız! Bıraksaydınız da herkes istediği gibi koşturabilseydi o çimlerin üzerinde.

Belki bu kadar ön yargılı olmazdık yeşile karşı!








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Özgecan Aslan cinayeti, idam cezası ve kısas...

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!